7 Aralık 2012 Cuma

Sessizliğimin Şarkısı



Yürüdüğüm ama koşamadığım,
gittiğim ama geri dönemediğim, yolumsun..
Hapsetmişim kendimi gözlerinde
anahtarı dilinin ucunda.. 

Kaybolmuşum varlığında,

gideceği yeri ezberlemiş bir âmâ gibi..
Baka baka aşındırmışım geçmişimi,
her düşümün sana çıktığı çıkmaz sokaklarda.. 

Karanlığı geceden ayırmışım,

gözlerinin rengini gölgem varken de görmeyeyim diye..
Sense sağır etmişsin kendini,
sırf duymamak için güzel sesli bülbülün nasihatini.. 

Yüceltmişim seni gönlümde,

dizlerimin üstünde bile gözlerine eğilemesem de..
Yıllandırmışım seni gün geçtikçe mazide,
tadına baktığımın 'hayal' i belki bir gün gerçek olur diye..

Uzandığım ama tutamadığım,

kokladığım ama bir türlü koparamadığım,gülümsün..
Kahrolmuşum sözlerinle,
ilacı kanayan nasırlı parmaklarımın ucunda..

Her günü üzerime aşırmışım,

belki bir şafak vakti sen doğarsın diye..
O kadar alışmışımki yaşamaya hayalinle,
tanımamışım seni, bir şafak vakti karşımda gördüğümde.. 

Aklımda,gönlümde yarattığın vuslat,

akrep yelkovanı kovalamayı bırakınca başlar..
Gözlerin,sözlerin hepsi sel olur gider,
acıtmaz canımı taşıdığın ne çakıl ne de taşlar.. 

Yolların sonunda sen varsın diye,

ekle ekle usanmadığım çile rüzgarımsın..
Tek nefeste içime çektiğim,
son nefeste bile asla vermeyeceğim 'nefesim', iyiki varsın..

2 Aralık 2012 Pazar

DAMDAKİ MARTI

                                                        DAMDAKİ MARTI        

           Güneş ilk ışıklarını gece boyunca üzerimizi örten karanlıktan sıyırmak,her bir yana göndermek için sabırsızlanıyordu.Uykusuz geçen bir gecenin sabahına karşı,kafamı sol kanadımın altına sokup ısınmış ve gözlerimi dinlendirmeye yani uykuya terketmiştim. Biraz sonra  en yatay açıyla ilk güneş ışığının apartmanların çatılarını aşarak boynuma ilk dokunuşunu gerçekleştirdiğini hissettim. Kaşıkara ve Korkusuz,kanatlarının altına koydukları başlarıyla derin uykudaydılar,gerçi başları normal yerinde olsalar bile uyuyorlardı ya..Onları uyandırmadan hem sabah sporu, hem de kahvaltı bulma niyetli uçmaya karar verdim.Bacaklarımı yay gibi sıkıştırdım yukarı doğru atıldım.kanatlarımı açtığımda havada süzülüyordum.daireler çizerek ve arada kanatlarımı çırparak yorulmadan kahvaltımı bulabileceğim yüksekliğe ulaştım.yukarıdan evlerin çatıları dikdörtgenler ve kareler halinde görünüyor,insanlarda;o dikdörtgenlerin karelerin boşluğunda kalan labirentte peynir arayan fareler gibiydiler. Onları her gün usanmadan tekrar eden peynir arama fakat bir türlü bulamama mücadelesinde biraz seyrettikten sonra, kahvaltımı çoğunlukla yaptığım ara sokağa doğru inişe geçtim. İnsanlar yeni yeni dükkan kepenklerini kaldırıyor, işe gidenler hızlı adımlarla ve bir yandan geceki uykudan tatmin olmamış bakışlarla iş yerlerine,iskeleye doğru ilerlemeye başlıyordu. Her zamanki gibi balıkçılar çarşısına inip kahvaltımı yapacağım balıkçı dükkanının çatısına konmuştum.o saatte ne insanlar ne de dünya beni farkedebiliyordu hatta üzerine oturduğum kiremitin bile benden haberi olmayabilirdi, o da uyuyordu. 
          Çatısına oturduğum balıkçı dükkanının işleteni kepenkleri kaldırmış, dolaba kaldırdığı balıkların bir kaçını dükkanın dışına koyduğu plastik bir leğene fırlatıyor, ben ise kahvaltı tabağımın biraz daha kabarmasını bekliyordum.O anda geceler boyu kafamı kurcalayan, insanların amansız peynir bulma kovalamaları kafama takıldı. İnsanlar her sabah saatinde ve ya geç kalarak uyanıp işlerine gidiyorlardı. Gün boyu karınlarına bir lokma ekmek insin diye yada geleceğe daha iyi bir hayat bırakabilmek,ev, araba almak gibi sebeplerden dolayı peynir peşindeydi ama ne yazık ki kovaladıkları peynirin bağlı olduğu ipin ucunu biri tutmuş onlar kovaladıkça o üstten kaçırıyordu. o sırada oturduğum çatının karşısında otomobilden ine bir kadının; 
- "Ne yaptın,halime baksana hayvan herif!! " diye nara atmasıyla düşüncem yerini meraka ve şaşkınlığa bıraktı. 
          Kadın yanındaki erkeğin sürdüğü otomobilden henüz inmiş, kafasında tuttuğu bir buz parçasıyla tahminen kocasının yol açtığı bir şişkinliği bastırıyordu.biraz sonra yanındaki adam;
- "Hastaneye geldik işte karıcım." dedi. Kadın yine bağırarak; 
- "Seninle evlenerek ne büyük hata etmişim. Suç sende değil bende annemi dinlemedim." diye yanıtladı.
          Hızla gelişen bu olay karşısında dükkanları açılmaya henüz koyulmuş dükkan çalışanları işlerini güçlerini bırakmış, adama asabi asabi bakmış, çift hastaneye girdikten sonra ise yaşanan olayın, kendi gözlükleriyle yorumlamasını hatta farklı farklı senaryolarını üretmeye koyulmuşlardı.
          Balıkçı dükkanında yeni işe başlamış bir çırak;
- "Kesin sabah nöbetten eve döndüğünde karısını başka bir adamla basmıştır." diye etrafındakileri kadına karşı kışkırttı.Balıkçı dükkanının karşı sokağında bulunan bir züccaciye dükkanı sahibi de;
- "Kadıncağıza iftira atma dümbelek. Kadın suçsuzdur, kesin kocasına kahvaltı hazırlamak için kalkmış, uyku sersemliğiyle kafasını dolaba çarpmıştır. Adamda yattığı yerden,-"Ne bağırıyorsun be kadın kahvaltım hazır mı ki kalkayım?" diye bağırmıştır." diyerek genç adamı bertaraf etti. Biraz sonra yaşlı bir çift telaşlarından da belli olacağı üzere kızın anne babası kılıklı iki yaşlı kişi, kızlarının haberini alır almaz hastane kapısında belirmişti. Yaşlı kadın kocasına ;
- "A adam ben sana demiştim, ben bu adamdan bizim kıza hayır gelmez demiştim." diyerek yaşlı adamcağızı hastane kapısından içeri doğru sürükledi. 
         Bu olayı da gören, çarsının ağabeyi, balıkçı dükkanlarının çarprazında, züccaciyecinin bitişiğinde  sahaflık yapan Hacı Sabri Efendi;
- "Yapbozun son parçasını da tamamladım." diye mırıldandı. Ahalinin dikkatini çektiğini anlayınca ardından; 
- " Bu adam sabah işe kalkmış fakat karısı ev hanımıdır o saatte kalkamayacak kadar uyuşuk ve yorgundur. Kocası da kalk bir sabahta kahvaltımı hazırlayarak uğurla kocanı diye çıkışmış ve karısının yattığı yere doğru eline geçen ilk şeyi fırlatmıştır." diye devam etti. Dükkan sahipleri sahafın bilginliğine ve sakalına itimat ederek Sabri Efendi'ye hak verir nitelikte başlarını salladılar. 
          Onlara seyre dalarken, yanıma uçarak gelip konan Kaşıkara ve Korkusuz' u farketmemiştim bile. Kaşıkara; 
- "Yine ne oldu burada sabah sabah? " diye sordu.İnsanlardan farklı olduğumu, dedikodunun insanlara mahsus olduğunu bildiğim için, 
- "Bir şey olduğu yok." diye yanıt verdim.
           Balıkçı dükkanının işleteni tüm bu olaylar olurken plastik leğeni doldurmuş hatta leğen taşmaya başlamıştı. Kaşıkara ve Korkusuz' a bakarak ;
- "Buyrun kahvaltıya." dedim ve leğene doğru bıraktım kendimi. Havadayken onların arkamdan; 
- "Sen ye, biz biraz ayılalım." diye seslendiklerini işittim. Leğenin yanına indikten sonra etrafımı biraz kolaçan ettikten sonra kahvaltımın tadını çıkarmaya koyuldum. Kahvaltıda hamsi, istavrit, mezgit hatta aslan sütü dediğimiz barbunlardan bile bir kaç tane vardı. Yemeye koyulmuş yerken aklımda insanlar vardı. Gece boyu yan yana ısındıklarını bile yataktan çıktıktan sonra tanımadıklarını geçirdim içimden. Sonra Kaşıkara ve Korkusuz' a takıldı gözüm, biz bile daha insandık insanlardan. En azından uyumadan önce ve sonra ilişkilerimiz aynıydı. Acaba Kaşıkara ve Korkusuz da benim gibi bu meseleleri kurcalıyorlar mı diye düşünürken, bir keresinde onlara insanlardan bahsettiğimi onların bu peynir mücadelesini nasıl yorumlayacağını merak ettiğimi ama onların bu konu karşısında kuş beyinli olmaktan ileri gidemediklerini hatırladım. 
          Bir bendim dünyayı yüksekten, olduğu gibi görebilen, o küçük fareler bile peynirin peşine öyle bir hırsla takılmışlardı ki oldukları yerde seyrettiklerini, dönüp dolaşıp aynı yere,başlangıca, hiçlikten yokluğa geldiklerinin farkına varamıyorlardı. Karnıma birkaç balık indiğini hissettiğimde, insanların hayat boyunca canlarını dişlerine takarak çalışıp didindiklerini, bir lokma ekmek için, ev için , araba için çabalayıp durduklarını düşündüm. Biz ise gün boyu damda tabağımızın dolmasını bekliyor, mavi göklerde özgürce kanatlanıyor ve çoğu insanın yiyemediği balıklardan yiyorduk. Kim daha özgürdü? İnsanlar mı yoksa hayvanlar mı?
           Didinip duran insanların, anahtarının ceplerinde olduğu bir kafeste yaşadıklarını, peynir peşine düşüp kafesten çıkmayı hiçbirinin akıl edemeyeceğini düşünmeye başlamıştım. Tam o sırada, insanların biz hayvanlar gibi asla yaşayamayacakları dank etti kafama. Hayal kırıklığına uğramış, aradığım cevabı bulmuş fakat bulduğum cevap karşısında donakalmıştım.
"Bammmmmm!" diye bir ses kulaklarımın içini doldurdu ve Korkusuz'un üzerime atılarak;
- "Araba geliyor kaaaç!!!" diye haykırdığını kızarmaya başlamış gözlerimle yığıldığım yerden izleyerek işittim. Ne korkuyordum ne de acı çekiyordum çünkü beyin ölümüm dakikalar önce gerçekleşmişti. Bir kuş gibi hafiftim, uçuyordum artık..