24 Nisan 2013 Çarşamba

KİMSELİ KİMSESİZ

Yolun en sonundayım
Harcayabileceğim tüm kaynaklarımın sonuna gelmiş,
Ve bundan sonra ne olacağına dair
Mataramın dibinde kalan son hayallerimi de 
Maksimum yavaşlıkta yudumluyorum.

Bitmişti, 
Geçmişe dönüp bakacak ne mecal kalmıştı, 
Ne de geleceği düşünebilecek,
Yeni semalara yelken açabilecek derman..
Sayılı günlerimin, sayısız demlerini yaşıyordum..

Tüketmişlerdi;
Belki de ben tüketmiştim
İnancımı, ruhumu, hayallerimi, umutlarımı, hayatımı, ömrümü,
Ve içime hapsettiğim aşkımı..

Uyandığımda üzerimde kocaman bir yük vardı
Uyanmıştım,
Uyanmıştım ama yattığım yerden bir türlü kalkamıyordum..
Bu yük riya idi,
Bir çocuğun gözlerindeki umut kadar kocaman,
Bir amanın hayalleri kadar geniş..
Herkesin sahip olduğu, 
Benimse etrafımda çizdiğim daireye yaklaşamayan
Diğerlerine bulaştıkça onları hafifleten,
Beni ise o nebze ezen yük..

Kalakaldığım yerden acizliğimi seyrediyorum
Ve etrafımdaki iki ve daha fazla yüzlü canavarları
Kimi aynı anda iyi bir baba, mütevazi bir koca iken, 
Aynaya baktığında heyecan dolu bir sevgili motifinde..
Ya da secdeye yüz tutmuş bir başın aklındaki filler..
Veyahut, bakire olduğunu söyleyen bir sevişgen..

Yapılan ve düşünülen çok farklıdır
Yaptıktan sonra düşünülen de..
Mesela hepsi, küçükken ben büyüyünce adam olacağım demiştir
Ama çok azı başarmıştır olabilmeyi
Ve hiçbiri 'adam' olamayışını küçüklüğündeki kadar düşünmemiş,
Dert etmemiştir..


Sonra bir de özgürlük var değil mi?
Önce birisi hiç kimsenin daha önceden bilmediği 
Düşünmediği bir şey bulur;
Sonra onu etrafındakilere anlatır,
Onlarda gider başkalarına anlatır..
Aradan kısa zaman geçer
Kendinde bulunmayan vasfı, 
Liderlik diye o icatçıya yüklerler..
Yada dünden planlıdır kim bilir..

Birde bakar, tanımadığı insanların omzundadır..
O fikrini ilk söyledikleri,
Takım elbiseler ve lüks otomobiller içinde 
Uzaktan gülümseyerek söz sahibini izlemektedir..
İşte özgürlük hikayesi böyledir..
Bu düşüncenin altında ezilmenizi 
Ve hatta bu reislerin köleliğini yapmanızı gerektirir..

Bir de tutturmuşlar kara cahil diye
Kim olmak istemez ki, 
Sabah kalkıp ineğini sağan 
Sonra gün boyu koyun bekleyip, 
Kaval çalan, akşam olunca onları köpeğe toplatan, ahıra kapatan,
Gece başını yastığa koyunca en gülümseyen çobanın yerinde 
Hangi tahsil sahibi bahtiyardır onun kadar,
Bilmeyin, Öğrenmeyin, Okumayın!
Cahillik, Kuvvettir.

En azından ideolojiye girmeyen bir yüzlüdür,
En azından koyun bekleyen, kaval çalan 
İnek sağan, bir yüzlüdür..
Bunlar cahildir de, asla sizin kadar bilmemişlerdir..
Bir bilseler, ah bir bilseler..
Büyüdüğümde adam olacağım da dememişlerdir..
Büyüdüğüm zaman adam olacağım demeyenler,
Aslında en 'adam' olanlardır..

Akla gelmez şeyler,
Bazen en ummadık zamanlarda çıkagelir.. 
Düşünce gücü ve düşünce suçu
Aslında her şey düşüncededir..
Sonrası düşünülmeden yapılan hiçbir şey yoktur gerçekte..

Her şey bitmişti diye düşünmüşken,
Bir gök gürültüsü çıka geldi,
Sonra bir şimşek daha 
Aydınlandı en karanlık labirentim,
Bir şey kalmıştı sadece geride
Fikrim..













Kirlenmemiş

Seni bir şiire düşündükçe; 
çığ gibi önünde durulamayan, 
kıyamet gibi 
sonunda hem hayal kırıklığı ve hüzün 
hem de dünyada ulaşılamayacak saadete yorulabilecek tüm kelimeler sivriliyor
aklımın ıssız köşelerinde..

Örümceğin bile
ağ kurmaya üşendiği bu köşeleri,
en işlek caddelere çevirip aydınlatan 'ateş böceğim' oldun..

17 Nisan 2013 Çarşamba

Çınar




Krem rengi duvarlarda aile fotoğrafları asılıydı. Krem rengi olduğunu biliyordu duvarların çünkü kendisi boyamıştı 20 yıl önce. Fehime Hanım’ın hala o krem rengi duvarlarda asılı resimlerdeki gibi gülümsediği günlerde. Ailesi İstanbullu, seçkin bir aileydi. Babası eski subay, yakışıklı, boylu poslu bir adam. Şu gri, gür bıyıklarını hatırlıyordu hala. Annesi Selanik göçmeni bir ailenin kızı. Saçlarını hep sımsıkı topuz yapardı. Hatırlıyordu Fehime Hanım’ın ailesini. Fehime Hanım 30’unda bu eve taşındığında o daha 10 yaşında ya var ya yoktu. Ne alımlı kadındı gençken Fehime Hanım. Simsiyah saçlar, simsiyah gözler. Kim derdi o kadın 75 yaşında akciğer kanserinden ölecekti… 20 yıl önce dimdik ayakta, o duvarları boyarken, elinde demlenmiş çayla gelip “Yavrum gel de bir çay iç. Sonra devam edersin. Duvarlar kaçmaz ya bir yere.” demişti. Annesi zorlamıştı duvarları boyamaya. “Kadıncağız kendi mi yapsın o yaşında, git de yardım et kızım.” demişti. Fehime Hanım severdi onu. Her gelişinde hafif bir merakla, belki de tanıdığı bir şeylerden hala iz kaldığını umarak, “Yavrum baban nasıl? Döndü mü seferden?” derdi. Babasını merak ettiği yoktu aslında. Tek istediği aynı kalan, değişmeyen bir şeye tutunmaktı. Biliyordu ki; babası Mayıstan önce dönmezdi seferden. Duymak istediği cevap zaten duymaya alışık olduğu bir cevabın hala aynı olduğunu bilmekti. İnsan yaşlanınca böyle oluyordu demek ki; bir şeylerin aynı kalmasını istiyordu. Aynı kalanlara tutunuyor, eski püskü dünyasına yeni bir şeyi kabul etmiyordu. Fehime Hanım’ı bir kere, onu ziyarete gelen kızına “Size yük olmaktansa öleyim kızım. Bir de yaşlı kadın mı kalsın başınıza?” derken duymuştu. O zamanlar hayran kalmıştı ona. “Yaşlılığa, ölüme nasıl da kafa tutuyor.” diye düşünmüştü. Ancak zamanla fark etmişti söylenen sözün aslında kastedilmediğini. Şimdi anlıyordu Fehime Hanım’ın ölmektense kızına, damadına, torununa, komşusuna yük olmayı tercih edeceğini. Ölmektense her seçeneği seçebileceğini… 55 yaşına gelince anlamıştı yaşlılığı. Bazı şeyler böyleydi işte; başa gelmeden anlaşılmıyordu. Daha Fehime Hanım gibi olmamıştı ama çok da uzak değildi. Bacağındaki varisler, yüzündeki kırışıklıklar, romatizması ve yavaş yavaş kaybolan hatıralar haber veriyordu olacakları. Değişmeyen bir Fehime Hanım’ın duvarları kalmıştı, bir de bahçedeki çınar ağacı. 2. kattaki evlerinden ilk merdiveni inince krem rengi duvarlara, 2. merdiveni inince çınar ağacına ulaşılıyordu. Daha 7 yaşındayken o çınar ağacının dalından düşüp kolunu kırmıştı. 12 yaşındayken o ağacın kara gövdesine kazımıştı ilk aşkının ismini. 13 yaşındayken o kazınmış ismi görüp de dalga geçmişti çocuk onunla. O da kazınmış ismi söküp atmıştı çınarın sert gövdesinden. 16 yaşında o çınarın dalına çıkıp yıldızları seyretmişti kaç gece. 22 yaşında evin anahtarını kaybettiğinde, o çınarın dallarına tırmanıp eve atmıştı kendini. Hala da oradaydı çınar. 150 yıldır oradaydı. Kendisinden yaşlı bir o kalmıştı artık tanıdığı. Şimdilerde alt kat komşuları Esma Hanımların oğlu arkadaşlık ediyordu koca çınara. Geçen gün dalında uyuyakaldı da akşama kadar kayboldu sanmışlardı. O oğlan da, tıpkı zamanında kendisinin Fehime Hanım’a ettiği gibi yardım ediyordu ona. Fehime Hanım’ın krem rengi duvarlarındaki gibi aile fotoğrafları asılıydı kendi duvarlarında da. Siyah beyaz, eski, solmuş fotoğraflara baktıkça, nedense annesi babası değil, Fehime Hanım geliyordu aklına. Yaşlılığı ilk onunla tanımıştı. İlk onunla görmüştü serumu, iğneyi, siyah beyaz akciğer filmlerini. En korktuğu şey yaşlanmak olduysa, Fehime Hanım sayesindeydi. Şimdi kendisinden 150 yaş büyük çınar bahçede dimdik dururken, kendisinden 20 yaş büyük Fehime Hanım memleketinin toprağında yatıyordu.

Çıkmaz Sokak



toplanın. hüzün bulmaya gidiyoruz
bulduğumuz mektupları ayakaltlarımıza kilim belleyerek

üzülmeyin. bakışlarım annemi geri ister gibidir
unutun. ama mezarlıklar hala ağaç dolu

sevinin. en azından kar hala beyazdır
ama o yalanları ben söylemedim

inanın. sarhoşluk etmek ciddi bir iştir
yoksa tren raylarından boşanmak ne mümkün

öpüşün. bir iç savaştır bu uyar'la benim aramda
unutmayın. bazı kelimeler yaşatır bazı kadınlar öldürür

ateş etmeyin. çünkü kaybolduğunuz yerden başlıyorum
dedem bile böyle öldüyse kim bilir padişahlar nasıl ölmüştür

eskimeyin. yine mi sinemadayız yine mi film avantür
erksan da yok ki şimdi elimizden tutsa

durun. hep babalar vurduğundan mı analara
devlete baba diyor bu kitap tabiata ana

toplanın. hüzün bulmaya gidiyoruz
dağılın. ben evinin yabancısıyım..



Serkan Yılmaz